Distopya Günlerinde Geleceği Şekillendirmek
Sena GÜRSOY
Birim Başkanı
Yeşil Büyüme Politikaları Birimi
sena.gursoy@izka.org.tr
Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlüğü’ne göre, kökeni Yunanca olan “ütopya” kelimesi “gerçekleştirilmesi imkânsız tasarı veya düşünce” anlamına gelir. Platon’un “Devlet”ine kadar dayanan, kullanımı Thomas More’un 1516’da yazdığı eser sonrası yaygınlaşan kavram, gerçekleşmesi imkânsız olan olumlu toplum tasarımlarını betimler. “Distopya” ise ütopya kavramının tam karşıtı bir anlama sahiptir ve olumsuz bir gelecek tasarımını ifade eder. Distopyalar genellikle toplumlara gelecekte onları bekleyen tehlikeleri göstermek ve onları uyarmak amacıyla yazılmış kurgusal eserlerdir. Edebiyat dünyasında Aldous Huxley’un “Cesur Yeni Dünya”’sı, George Orwell’in “1984”’ü gibi çok bilinen örnekleri mevcuttur. 2019 yılının sonunda Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve kısa sürede dünya geneline yayılarak “pandemi” ilan edilen yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgınının Mart ayının ortasında ülkemize de sirayet etmesiyle birlikte, kendimizi adeta bir distopyanın içinde bulduk.
Salgının ülkemizde görülmesinden itibaren her şey çok hızlı gelişti. Önce eğitim kurumları tatil edildi, çocuklar ve gençler evlerinde televizyondan ya da internetten eğitim görmeye başladılar. Ardından istisnalar dışındaki pek çok kamu ve özel sektör işyeri uzaktan/dönüşümlü çalışma modelini hayata geçirdi. Toplantılar, yüz yüze görüşmeler çevrimiçi (on-line) platformlara taşındı. Lokantalar, restoranlar sadece paket servis şeklinde hizmet sunar oldu. Kahveler, kafeler, eğlence yerleri gibi sosyal mekânlar virüsün yayılmasını önlemek amacıyla kapatıldı. Yüksek risk grubundakileri korumak amacıyla 65 yaş üstü vatandaşlara uygulanan sokağa çıkma sınırlaması 20 yaş altına da geldi. Bu durumu büyükşehirleri kapsayan seyahat sınırlaması izledi. Öncelikle toplu taşıma araçları, pazaryerleri ve marketler gibi insanların bir arada olduğu alanlarda başlayan maskesiz bulunma yasağı zamanla genişledi. Hayatımızın her alanına, toplum olarak pek de aşina olmadığımız “sosyal mesafe” kavramı girdi. Tabii ki tüm bu yaşananlar, salgının insanlara etkisini en aza indirmeye yönelik olarak alınan önlemlerin bir sonucuydu.
Önce sağlığımızı tehdit eden virüs giderek ekonomileri tehdit eder hale geldi. Bundan önce yaşanan ekonomik krizler ya arz ya talep yönlü iken, salgının etkisiyle ortaya çıkan kriz arz ve talep şokunu birlikte yaşattı. Sürecin tüm dünyayı aynı anda etkilemesi nedeniyle kriz daha da belirginleşti. Virüsün yayılmasını engellemek amacıyla alınan önlemler nedeniyle ekonomik hayatın yavaşlaması, talebin daralması, dış ticaret hareketliliğinin azalması, tedarik zincirlerinin kopma noktasına gelmesi, finansman sorununun artması, geleceğe yönelik beklentiler ve tüketici davranışlarının değişimi ile birlikte düşünüldüğünde, ekonomiler üzerinde uzun dönemli ve kalıcı etkiler bırakmaya aday olarak görünüyor.
Salgının ortaya çıkmasından itibaren koca bir yılın geçtiği bu günlerde artık açıkça anlaşılmıştır ki, koronavirüs salgını dünya tarihindeki kırılma noktalarından biri olarak insanlığın varoluşuna yönelen bir tehdittir. 2020 yılı sonu itibariyle 82 milyona yakın insana bulaşan ve yaklaşık 1,8 milyon insanın hayatını kaybetmesine neden olan bu virüs sonrasında küresel ekonomik ve toplumsal düzen eskisi gibi olmayacaktır; yeni düşünce biçimleri, yeni ekonomik yaklaşımlar, yeni toplumsal normlar gündeme gelecektir. Son yıllarda sıkça dile getirilen ancak genele yayılması zaman alacak dijital dönüşüm, esnek çalışma, uzaktan temel eğitim gibi süreçler bu krizle birlikte hız kazanmıştır. Evde geçirilen zamanın artması ve virüsle ilgili olarak alınan bireysel güvenlik tedbirleri sonucu alışveriş internete kaymıştır, e-ticaretin yanı sıra eğlence amaçlı çevrimiçi platformların ağırlığı da giderek artmaktadır. Ekonomik faaliyetlerin yavaşlamasıyla yaşanan gelir kaybı ve istihdam sorunları, sosyal sorunların artışına da yol açmıştır. Doğaldır ki, salgın sürecinin özellikle ekonomik ve sosyal açıdan daha bilimsel ve kapsamlı bir analizi, salgının etkilerinin daha uzun dönemde net bir şekilde istatistiklere yansımasıyla mümkün olacaktır.
Küresel bir kriz olarak koronavirüs salgınının iklim değişikliğine benzer yönleri bulunmaktadır. Her ikisi de, güçlü politikalarla müdahale edilmezlerse, dünya üzerinde milyonlarca insanı ölüme ve yoksulluğa sürükleyebilme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle etkilerinin azaltılması, ülkelerin coğrafi sınırlarının ötesinde çoğulcu bir yanıtı gerekli kılmaktadır. Bununla birlikte, bu iki sorunun zamansal ve mekânsal özellikleri birbirinden farklıdır. Koronavirüs daha hızlı ve yerel etki ile nitelendirilebilecekken, iklim değişikliğinin etkileri daha uzun vadelidir ve kaynaklandığı bölgeden coğrafi olarak uzak yerleri de etkiler. İklim değişikliğinin uzun dönemli sonuçları, yalnızca yüz milyonlarca insanın varlığını değil aynı zamanda dünyadaki diğer ekosistemleri ve bu ekosistemlere bağımlı pek çok türü tehdit etmesi nedeniyle koronavirüsten daha belirgin olacaktır (Holden, 2020, s.76).
Dünya nüfusu günümüzde 8 milyara yaklaşmış durumda ve her geçen gün artmaya devam ediyor. Nüfus artışının en büyük sonuçları aşırı kaynak tüketimi ve çevreye verilen zararlar olarak ortaya çıkıyor. Global Footprint Network (Küresel Ayak İzi Ağı), insanlığın doğa üzerindeki yıllık kaynak talebinin, dünyanın sağlayabileceği kapasiteyi aştığı günü “Dünya Limit Aşımı Günü” olarak tanımlıyor. Bu kavram, gezegenimizin 12 ayda ürettiği doğal kaynağı tükettiğimiz tarihe işaret ediyor. Ölçülmeye başladığı 1970’li yıllardan bu yana her geçen yıl birkaç gün daha öne doğru gelen bu tarih, 2020 yılında pandemi sürecinde alınan önlemler nedeniyle hayatın yavaşlaması sonucu, geçtiğimiz yıla kıyasla üç hafta ileri doğru giderek 22 Ağustos olarak hesaplandı. Ancak ülkemizde yaşayanlar olarak durumumuz pek iç açıcı değil, 26 Haziran itibariyle önümüzdeki yılın kaynaklarından kullanmaya başladığımız tahmin ediliyor (Edin, 2020).
Koronavirüs salgınına tüm dünyanın verdiği yanıt, küresel bir krizle karşı karşıya gelindiğinde kamu otoritelerince hayata geçirilen kuralların ve düzenlemelerin hayati önem taşıdığının anlaşılmasının yanı sıra, krizin üstesinden gelmek için insanların davranışlarını köklü bir biçimde değiştirmeleri gerektiğini bize gösterdi. Dolayısıyla, dünyadaki varlığımızı sağlıklı bir şekilde devam ettirmek istiyorsak geleceği yeniden düşünmenin ve şekillendirmenin zamanı çoktan gelmiş durumda. Kaynakları hiç bitmeyecekmiş gibi kullandığımız doğrusal ekonomi anlayışından döngüsel ekonomi anlayışına geçmek, hammaddeleri ve atıkları tekrar değerlendirmek, dönüştürmek, iklim değişikliğini dikkate almak, çevreye verdiğimiz zararı azaltmak ve ekonomik büyümeyi sürdürülebilir kılmak durumundayız. Başka bir dünya yok!
Kaynakça
- Edin, D. E., (2020). Dünya Limit Aşım Günü 2020: 22 Ağustos.
- Holden A. (2020). Responding to the Coronavirus crisis. Parallels for tourism and climate change? Tourism Facing a Pandemic: From Crisis to Recovery. Ed: Federica Burini,Università degli Studi di Bergamo, (73-78).