/  Sürdürülebilir Kalkınma   /  Geleceğin Kentleri

Geleceğin Kentleri

Ekrem AYALP
Uzman
Proje Uygulama ve İzleme Birimi
ekrem.ayalp@izka.org.tr

Bir virüs salgını vesilesiyle kentlerin ve bölgelerin dirençliliğinin, esnekliğinin ve bağışıklığının güçlü olmasının ne anlama gelebileceğini tartıştığımız bir diğer kalkınma güncesi yazımızda, gerçekleşeceklere yani geleceğe yönelik kestirimler yaparak gelişmeleri yönetmek ve denetlemek, yaşadığımız salgının öngörülemezliği nedeniyle her zamankinden daha zor olabilecektir demiş, geleceği inşa ederken, sahip olduğumuz ‘değerler sistemi’nin ne olduğunun, temel belirleyici unsur olacağını ileri sürmüştük. Bağlamı itibariyle, o yazıda ifade ettiğimiz ‘gelecek’, hem beklenilmeyen bir salgın karşısında hayatın olağan akışının değişebileceği öngörüsü ile bizleri ‘yakın geleceği’ düşünmeye, hem de bu beklenilmeyen durumun aslında kestirilebilir ve nedenleri bilinir olması dolayısıyla kök sorunun tarif edilmesi ile birlikte iradi olarak değiştirilebilecek, üzerinde ortaklaşılan yeni bir değerler sisteminin rehberliğinde inşa edilebilecek bir ‘arzulanan/düşlenen geleceği’ düşünmeye davet etmekte idi. Şimdiki yazımız kapsamında da geleceğin kentlerinden bahsederken niceliksel ve niteliksel olarak farklı ‘gelecek’lerden bahsediyor olacağız. Şehircilik ve planlama pratikleri, kitlesel göç hareketleri, görülme sıklığı ve yarattığı tahribatın büyüklüğü artan doğal afetler ya da halihazırda yaşamakta olduğumuz virüs salgını benzeri acil çözüm bekleyen kentsel problemlere hızlı çözüm üretme gerçekliği ile bir anlamda ‘aciliyetçi’ bir gündem ile şekillenirken (Çalışkan, O. ve Efeoğlu, E., 2020), daha uzun erimli gelecek tasavvurları nadiren tartışılmakta. Bu yazının ilhamını da oluşturan ‘Şehircilikte Gelecekçi Düşünce’ tartışmasını da bu bakımdan dikkatinize sunmak isteriz.

Mukayeseli olarak daha uzun erimi hedefleyen bir örnek çalışma olarak, İngiltere kentleri için 2013-2016 yılları süresince yürütülen ve 50 yıllık bir gelecek projeksiyonu ile gerçekleştirilen ‘Kentlerin Geleceği’ projesi, uzak geleceğe yönelik olarak, mevcut varsayımları sorgulayan, geleceğe yönelik mevcut eğilimler ile geleceğin farklı bir istikamette ilerlemesi bakımından onu değişim için zorlayan faktörleri bir arada ele alan, yeni düşünceler üretme, farklı senaryolar geliştirme arayışında olan, yere özgülüğü dikkate alan bir yaklaşımla yürütülmüştür.

Şekil 1: Kentsel Uzgörüde Farklı Gelecek Kabulleri

Kaynak: UK Government Office for Science, Future of Cities: Foresight for Cities: A resource for policy-makers, sf. 13

Kentlerin geleceğinden bahsederken ne kadar uzaklıktaki bir geleceği hedeflediğiniz farklılık gösterebilmektedir. Genellikle, 1-5 yıl projelendirilebilir bir geleceği ifade ederken, 5-20 yıllık perspektif planlanabilir bir gelecek olarak düşünülebilir. 20 ila 50 yıllık bir gelecek öngörüsü uzun erimli, vizyoner bir gelecek tasavvuru olarak düşünülürken, 50-100 yıllık uzak gelecek büyük ölçüde mevcut kabuller, eğilimler ve temsil biçimlerinden radikal bir ayrışmayı gerektirir. Yirmi yıl uzağını öngören planlama çalışmaları daha operasyonel ve reaktif bir kimliğe sahip iken, daha uzak geleceği öngörmek yenilikçi ve proaktif bir yaklaşımı, yani arzulanan ufka irade ile erişme sorumluluğunu gerektirir. Bu bakımdan, hesaplanabilir, kestirilebilir, yani ‘olası’ bir gelecek, planlama eylemi ile beraber ‘olanaklı’ ya da mümkün bir gelecek haline gelebilirken, radikal gelecek tasavvurları ‘arzu edilen’ geleceği betimlemeye çalışır. Daha da ötesini, olmayan yeri, oranın toplumunu ve yaşamını ise ütopyacılar kurgulamaktadır denilebilir (Çalışkan, O. ve Efeoğlu, E., 2020).  

Tarihte ütopyalar; gelecek tahayyülü, tasarımı, planlaması ve idealini kurgulamak yönünde girişimler olarak daha iyi bir toplum ve yaşam arzusu ile çeşitlenmiştir. Özellikle sanayi devrimleri olarak nitelenen gelişmeler ve modernleşmenin getirdiği yeni toplumsal yapılar, ütopyalarda ortaya konan kentsel imge ve modellerden bazılarının kısmen ya da bütünüyle uygulanmasına zemin oluşturmuştur. Ütopya, olmayan yer ya da bir başka ifadesi ile ‘yok yer’ anlamına gelen, ilk örneği Thomas More’un 1518 tarihli Utopia’sı olarak gösterilen kurgu yerlerdir. Tommaso Campanella’nın Güneş Ülkesi ve Francis Bacon’un Yeni Atlantis’inde de endüstrileşme öncesi dönemin özel mülkiyet ve bireysellik kaynaklı problemlerine tepki olarak kolektif yaşamın ve buna uygun müşterek örgütlenmenin kurgulandığı kent imgeleri görülür. Endüstri çağına gelindiğinde ise, o dönemin sorunlarına yönelik olarak, Robert Owen (New Harmony, 1824), Charles Fourier (Phalanstery, 1876) ve Tony Garnier (Une Cité Industrielle, 1904) ideal endüstri kentlerini kurgulamaya girişmektedirler. 20. Yüzyıl beraberinde dünya savaşlarını ve iktisadi krizleri getirmiştir. 2. Sanayi Devriminin yaşanmakta olduğu bu dönemde, özellikle ulaşım ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerden de etkilenerek, kentlerin kalabalıklaştığı, kirliliğin, işsizliğin ve eşitsizliklerin arttığı kapitalist kentlere tepki olarak Ebenezer Howard (1902) tarafından Bahçe Kent, Le Corbusier (1922) tarafından Contemporary City ile Radiant City ve Frank Lloyd Wright (1932) tarafından Broadacre City modelleri geliştirilmiştir. Benzer biçimde, 2. Dünya Savaşı sonrasında avant-garde akımı tarafından 3. Sanayi Devrimi ile bağlantılanan kentsel gelecek modellerini izlemek mümkündür (Efeoğlu, H.E., 2018).

Şekil 2: Ebenezer Howard’ın Bahçe Kenti, Merkezi Kent ve Altı Bahçe Kent (1902)  

Şekil 3: Ron Herron’un Yürüyen Kenti (Walking City) (1970)

Günümüze yakınsadığımızda ise, yenilik ve yaratıcılığın, bilgi ve teknolojinin, esneklik ve uyumlanabilirliğin öne çıktığı, küreselleşmenin gün geçtikçe arttığı, diğer taraftan da kaynakların tükenmesine ve ekosistemin uyumlu işlerliğine ilişkin risklerin yükseldiği, iklim değişikliğinin yaşandığı, uluslararası siyasi istikrarsızlıklar ve bölgesel krizlerin yaygınlaştığı bir dönemde, kentlerin geleceğini tartışan kapsamlı çalışmaların yürütüldüğü görülmektedir. Ağırlıklı olarak ulusal ve uluslararası kurumlar, düşünce ve araştırma kuruluşları ile müşavirlik firmaları tarafından yapılan bu çalışmalarda (Avrupa Komisyonu, 2019; Fraunhofer IAO’s MorgenStadt, 2012; FutureAgenda, 2017; Mckinsey&Company, 2018; UK Government Office for Science, 2016) planlanabilir, politika geliştirilebilir olan ‘olanaklı geleceğin’ hedeflendiği izlenmektedir. COVID-19 salgınının geleceğimizde ne tür değişikliklere yol açabileceği, kentlerin geleceğinin ne şekilde etkileneceği gibi konular da son zamanlarda çeşitli mecralarda gündeme getirilmekte. Bu tartışmaların genellikle uzman görüşlerine başvurularak, derlemeler biçiminde kamuoyu ile paylaşıldığı, sıklıkla yapılagelen çevrimiçi toplantılarda, podcast yayınlarında ele alındığı görülüyor. Yapılan değerlendirmelerde dikkat çeken husus, geleceğin ekonomisi, toplumu ve özelde de yerleşimlerinin şekillenmesinde belirleyici olacağı ifade edilen zorluklar, arzular ve kaygılarda büyük ölçüde ortaklaşılırken, salgın öncesi yapılan çalışmaların bazılarında da dikkat çekilen ve küreselleşmenin yumuşak karnı olabileceği belirtilen hareketliliğin, etkileşimin ve küresel tedarik zincirindeki gibi karşılıklı bağımlılıkların, yaşanan salgın ile hiç beklenmedik bir anda kaderimizi belirleyici bir gerçeklik olarak ortaya çıktığı, bunun da bundan sonra böyle gitmeyebileceğinin ifade edilmesi (Covid-19 & the Future of Cities; Elveda Küreselleşme; Koronavirüs pandemisi sonrası nasıl bir dünya göreceğiz?). Küreselleşmenin zayıflaması ile kendine yeterlik ve döngüsel sistemlerin öncelenmesi daha güçlü biçimde dillendiriliyor. Ancak bunun da taşıdığı bir risk var; herkesin kendi içine kapandığı ve bir anlamda bencillik yaptığı bir doğrultuya yönelinmesi halinde, yerküreyi ilgilendiren ve ancak tüm dünyanın iş birliği ile üstesinden gelinebilecek sorunların bir bakıma çözümsüzlük döngüsüne gireceği sosyo-politik koşulları yaratmak ve onu yerleşik kılmak.

Sosyal, politik ve çevresel stresin giderek arttığı, biraz önce değindiğimiz gelecek çalışmalarında da (Avrupa Komisyonu, 2019; FutureAgenda, 2017; McKinsey&Company, 2018) değinilen bir konu. Doğal afetler ile gıda ve su kıtlığı riskinin, özellikle kozmopolit kentlerde derinleşmekte olan sosyal kesimler arasındaki çatışmaların ve dünyanın herhangi bir yerinde başlayıp hızla küresel bir nitelik kazanabilen sosyo-politik gerilimlerin, kentlerin en önemli kırılganlıkları olduğu vurgulanmakta. Dolayısıyla, geleceğin kentlerine ilişkin bu çalışmalarda da ifade bulan söylemleri damıttığımızda, dirençli (resilient), güvenli (safe), içerici (inclusive), döngüsel (circular) ve sağlıklı (healthy) kentlere yönelik bir talep olduğu görülebiliyor. Bu taleplerin, belirli kaygılardan kaynaklanmakta olduğunu akılda tutarak, mevcut teknolojik gelişmeler ve ekonominin ihtiyaçları tarafından öncelendiği ileri sürülebilecek diğer bazı söylemleri de şu şekilde sıralayabiliriz; yaratıcı (innovative), erişilebilir ve bağlantılı (accessible and connected), akıllı (intelligent/smart) kentler. Söylemler içerisinde belirgin olan son kavramsal küme ise, kentlilerin demokratik katılımı (the citizen’s city) ve kentsel yönetişim (urban governance) ile iş birliği ve paylaşıma dayalı iktisadi ve sosyal sistemler (collaborative cooperation, sharing revolution) olarak belirtilebilir.  

Bir kentsel tasarım problematiği olarak Geleceğin Kenti’ne ilişkin dolaşımda olan imgelere baktığımızda ise, geleceğin toplumsal yapısına ve yaşantısına, üretim-tüketim-paylaşım biçimlerinin yeni biçimlerine ilişkin çok az şey söylediklerini ya da temsil ettiklerini söylemek mümkün. Olgu Çalışkan’ın da söyleşilerinde ifade ettiği gibi, geleceğin kentine ilişkin imgeler, büyük ölçüde, uçan kişiselleşmiş araçlar ve dronelar, yeşil teraslar ve diğer mühendislik ve mimarlık atraksiyonlarından müteşekkil. Teknoloji fetişinin yansımalarının görüldüğü kentsel öğelere sahip benzer imgeleri zaten halihazırda bazı uzak doğu ve orta doğu kentlerinde görebilmekteyiz. Dolayısıyla, yukarıda temel söylemlerini paylaştığımız geleceğin kentinin ihtiyaç ve niteliklerine yanıt verebilecek, her ölçekte tasarım arayışlarına hararetle ihtiyacımız var, keza imgelem geleceğin tasavvurunda ve insan zihninde arzulanır düşlerin belirmesinde önemli bir araç aynı zamanda.

Şekil 4: From Mega-Regions to Micro-Size Homes: Cities of the Future

Kısa, orta, uzun ve uzak gelecekler, bir zamansal ölçülenme olmasının yanı sıra, belirsizliğin düzeyine ilişkin bir aşamalanmayı da içeriyor diye düşünülebilir. Diğer taraftan, geleceğin uzaklığına ilişkin kabuller, hedeflenen geleceği gerçekleştirmek için irade koyan, görev üstlenen, kaynak tahsis eden, iş birliği ve iş bölümünü programlayan o an’ın eyleyenleri ve kurumsal yapılarının yaşam (süresi) beklentilerine de içkin. Yani düşünülebilen geleceğin, halen var olacağımız bir gelecek olmasını tercih ediyor olabiliriz. Ancak, hem belirsizliğin zamansal menzilinin oldukça kısaldığı, yani 10 yıl sonrasına ilişkin belirsizlik ile 50 yıl sonrasının belirsizlik seviyelerinin bir anlamda yakınsadığı, hem de öncelikli sorun alanımız olarak görünen ekosistemde yarattığımız tahribatın onarımında kaydedilebilecek mesafenin zaman alacağı birlikte düşünüldüğünde, birden çok nesli (multi-generational) kapsayan ve mümkün olan ile arzulanan gelecekleri birbirlerine yakınlaştıran, uzun erimli planlar yapmanın tam zamanıdır denilebilir.

Geleceğin planlanması ve kentlerin tasarlanmasında gösterilecek yaklaşımda; her yönü ile tasarlanmış, yukarıdan aşağıya belirlenmiş, makine imgesi ile temsil edilebilir, buyurgan bir gelecektense, bireyin artma potansiyeli olan üretici kapasite ve yapabilirliklerini özgürleştiren, çoklu ve çoğulcu, kendi kendisini örgütleyebilen sistemler eliyle, dinamik ve oluşumsal bir gelecek tasavvuru ve ona ulaşılmasını mümkün kılacak hedef ve önceliklerin belirlenmesi önemsenmelidir. Bu da aslında yabancı olmadığımız ancak zamanla yabancılaştığımız stratejik yaklaşımın imkanlarını kullanarak mümkün olabilir.

Kaynaklar:

Yorum Yaz