/  Yeşil Büyüme   /  COVID-19 Sürecinde Yeşil Dönüşümü Başlatmak – 1
yesilbuyume

COVID-19 Sürecinde Yeşil Dönüşümü Başlatmak – 1

Hülya ULUSOY SUNGUR
Uzman
YDO
hulya.ulusoy@izka.org.tr

DÖNÜŞÜM

Gezegenimiz sürekli bir değişim ve dönüşüm içindedir. Üzerindeki canlı ve cansız varlıklar pek çok alt sistemden oluşan ve üyelerinin denge içinde olduğu büyük bir ekosistemi oluşturur. Bu ekosistem, dünyanın varoluşundan itibaren büyük dönüşümler yaşamıştır ve hep içindeki dengeyi korumaya yönelik evrilir, gelişir. Ekosistemin her bir üyesi hem bu ekosistemden beslenir, bu ortamda şekillenir, hem de her üye eşit önemdeki varlığı ile ekosistemin sağlıklı bir şekilde devamlılığını sağlar. Cansız ve devasa büyüklükte varlıklardan gözle görülemeyen en küçük canlı varlıklara kadar her bir üye birbirine bağlıdır ve bu bağ denge içinde var olma yönünde gelişim gösterir. Ekosistem oldukça güçlüdür ve onarma yetenekleri çok gelişmiştir, herhangi bir tehdit karşısında hızlıca reaksiyon alma yetisine sahiptir.

Küresel doğal ekosistem, bu üyelerin oluşturduğu ve birbirleriyle ilişki içinde pek çok alt sistem/ekosistemlerden meydana gelmektedir. Bu ekosistemle sürekli ilişki içinde olan insan uygarlığı kendi sistemlerini oluşturmuştur; sosyal, politik, yerleşik ve ekonomik sistemler. Bu sistemlerin dünyanın doğal ekosistemiyle etkileşimi, çoğunlukla dengeyi bozma yönünde çalışır. İnsan bir taraftan doğal ekosistemin önemli bir parçasıyken diğer taraftan da ekosistemdeki dengeye en çok zarar veren üyedir.

İnsan uygarlığı da sürekli bir gelişim içindedir. 20.yy’da gittikçe hızlanan bu gelişim son 30 yılda büyük buluşlara ve insan sistemlerinde büyük değişimlere sahne olmuştur. Bu değişim bir taraftan kendi psikolojik uyum kapasitesini ve sosyal sistemi zorlarken diğer taraftan da yerküreye büyük zarar vermektedir; dünya insan eliyle oluşturulmuş sistemlerin gelişimi nedeniyle gezegenimizin cevap veremeyeceği bir hızla değişiyor.

Aslında her ekosistem gelişir, uygarlığımızın ilerlemesi de doğaldır. Buradaki sorun gelişimin tarzıdır. Dünyadaki doğal ekosistemin bir parçası olduğumuzu, kendi haklarımız kadar diğer üyelerin de hakları olduğunu göz ardı eden ve ekosistemdeki alt sistemleri bozan, yok eden bir gelişme hızı ve tarzı. İnsan faaliyetleri sonucu doğal kaynakların tüketilmesi, artan çevre kirliliği ve iklim değişikliği dünyanın geleceğini tehdit etmektedir. Ne var ki buna neden olan insan sistemleri de; o ekosistemin bir parçası olduğu, ondan beslendiği ve onu kullandığı için sorunlar yaşamaya başlamıştır. Gezegenimizin ve uygarlığımızın sürdürülebilirliği için gelişim tarzımızın değişmesi zorunlu hale gelmiştir.

Bilim insanları, ekonomistler, toplum uzmanları, politikacılar, iş dünyası, çevreci gruplar gibi pek çok farklı kesim uzun süredir bu konuyu tartışıyorlar. Büyümenin ve gelişimin devamlılığı için gerçekten bu gerekli mi? Ya da yaşamak veya üretmek veya daha iyi hissetmek için gerçekleştirdiğimiz tüketim tarzımızın bir dönüşümü mümkün mü? Ekosistemi iyileştirebilecek, onunla uyumlu, onu koruyan bir büyüme mümkün mü?

Bu tartışmalar farklı ölçeklerde, farklı platformlarda uzun süredir devam ediyor. Ancak artık bilim insanları ile birlikte OECD, BM, AB gibi pek çok uluslararası kuruluş veya topluluk da bu tarz bir değişimin sadece doğal ekosistem için değil, büyüme ve gelişmenin hem ekonomik hem de sosyal açıdan sürdürülebilirliği için zorunlu olduğu konusunda hemfikirler. Bu kuruluşlar ve bilim insanları aynı zamanda çözümler önermekte, değişimin hem kavramsal zeminini hem de model ve araçlarını uygarlığa sunmaktalar.

Örneğin, yeşil büyüme kavramı tam da bu noktada dönüşümün hayata geçirilmesine yönelik bir büyüme modeli. İlk defa 2005 yılında “çevre odaklı sürdürülebilir ekonomik büyüme” olarak ortaya çıkan yeşil büyüme kavramı özellikle gelişmekte olan ülkeler için yeni ve rekabetçi bir büyüme stratejisi olarak kabul edilmektedir. (UN, 2020) OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü), yeşil büyümeyi “çevresel etmenlerin ve doğal kaynakların insanların refahını ve esenliğini sağlamaya devam ettikleri, diğer taraftan ise ekonominin de bu hususları dikkate alarak geliştiği bir sistem” olarak tanımlamaktadır (OECD, 2009 ve 2011).

Ekonomideki trendler ve çevresel bozulma hızı bu şekilde devam ederse, 2030 yılında her iki alanda da geri dönüşü olmayan bir noktaya ulaşılacağı pek çok kaynak tarafından ifade edilmektedir. Ulusal ve uluslararası kurumların ve platformların ortaya koyduğu çözümler ortak sorumluluk bilinci ile yeşil teknolojiler ve yeşil işlere yatırımları ve daha kapsayıcı ve sürdürülebilir bir büyüme için yeşil dönüşümü hızlandırmayı işaret etmektedir. Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna bağlı olarak çalışan UNCTAD (BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı), 2019 yılı “Yeni Bir Küresel Yeşil Anlaşmayı Finanse Etmek” başlıklı Ticaret ve Kalkınma Raporu, küresel ekonomik sistemin yaşadığı istikrarsızlaşma, artan borç, belirsizlik, gelirin kutuplaşması ve artan işsizlik gibi sorunların çözümü için yeni teknolojilerle ilgili fırsatları değerlendirmeye, temiz enerji, ulaşım ve gıda sistemlerine büyük yatırımlar yapmaya ihtiyaç olduğuna dikkat çekmektedir. Hedeflenen yeşil dönüşüm yani yeşil büyüme için üretim, tüketim ve paylaşım tarzımızı değiştirmek zorundayız.  (UNCTAD, 2019).

Son olarak Avrupa Birliği, 11 Aralık 2019’da Avrupa’nın büyüme yol haritası olarak “Yeşil Anlaşma”yı (Green Deal) açıklayarak farklı bir adım attı. Yeşil anlaşma, daha önceki çalışmalara benzer şekilde iklim değişikliği ve çevresel bozulmayı büyük bir tehdit olarak tanımlıyor. Fakat bu politika belgesindeki büyük fark “2050 yılında iklim nötr olmayı” hedeflemesi. Bu hedefin yanında ekonomik büyümenin iki katına çıkmasını ve aynı zamanda “kimseyi ve hiçbir yeri arkada bırakmamayı” da amaçlıyor. Yeşil Anlaşma’yı hayata geçirmeye kararlı görünen AB, bu hedef için hızla farklı alanlara yönelik politika ve strateji belgeleri oluşturmaya ve kanunlar yayınlamaya başladı. “İklimsel ve çevresel sorunları fırsata çevirerek” gerçekleştirilecek bu dönüşümün “adil” ve “kapsayıcı” olacağı da ısrarla vurgulanıyor. (AB, 2020)

Bu tarz bir dönüşüm için uygarlığın oluştuğu tüm sistemlerin en kısa sürede değişmesi gerekmekte. Gezegenimizin ve uygarlığımızın sürdürülebilirliği için neredeyse Kafka’nın Dönüşüm eserinde olduğu kadar hızlı bir değişim gerekiyor. Peki bu mümkün mü? Küresel ölçekte bu kadar hızlı bir değişime adapte olunabilir mi? 2020 yılına kadar hiç kimse bu soruya “evet” cevabını veremezdi. Ancak 2020 yılına damgasını vuran bir salgın; COVID-19 Salgını bireylerin, devletlerin, kurumların bu soruya bakış açısını değiştirdi. Doğal ekosistemin gözle görülemeyen küçüklükte bir üyesi sadece insanın değil, insan eliyle oluşan tüm sistemleri tehdit ediyor. Teknoloji ve bilim henüz etkili bir çözüm bulamadı. İnsan uygarlığının tüm sistemleri bu sürece adapte olmaya çalışıyor. Tüm dünyada virüsle mücadele ediliyor; küresel ölçekte alınan ortak kararlarla sosyal alışkanlıklar, üretim ve tüketim eğilimleri hızlı bir şekilde değişmek ve büyük ölçüde kısıtlanmak zorunda kaldı. Bireysel yaşam alışkanlıkları değiştiği gibi en çarpıcı etki sınai üretim ve hizmet sektöründe oldu. Bu sektörler şu anda ya durdular ya da iş sürekliliği amacı ile değiştiler ya da değişim arayışındalar.

İşte gezegenimizi kurtarmak ve geri dönüşü olmayan sonu değiştirmek için hızlı bir sürede tüm sistemlerimizi değiştirme gücümüz olduğunu bu salgın sayesinde gösterdik (öğrendik). Bunu fırsat olarak görmek, salgınla mücadele sürecini yeşil dönüşüm için bir hazırlık süreci olarak değerlendirmek elimizde. Faaliyetlerimizin bir sonucu var, bunun sorumluluğunu uygarlık olarak almak ve doğal olan gelişme tarzımızı uyumlaştırmalıyız. Yeşil büyüme dışında sürdürülebilir başka bir büyüme modelinin aslında olmadığını insanlık olarak kabul etmeliyiz.

Yeşil büyüme; yeşil dönüşüm sadece bir düşünce tarzı veya pembe bir hayal değil; ekosistem bakış açısı ile; sosyal, çevresel ve ekonomik sistemlerin değişimine yönelik pek çok araç ve politikanın hayata geçirilmesini gerekli görüyor. Sorumlu tüketim, üretimde entegre kaynak verimliliği/eko-verimlilik uygulamaları, yenilenebilir enerji kullanımının yaygınlaştırılması, yeşil teknolojilerin geliştirilmesi, yeşil işlerin artırılması, yeşil tasarımın kullanılması, kentleşmenin değişimi, döngüsel ekonomiye geçiş, toplumsal ve küresel ölçekte kapsayıcı politikaların geliştirilmesi ve adil dönüşüm gibi pek çok pratik eylem alanını içermektedir. (UNCTAD, 2019)  

Yukarıda sayılan eylem alanlarının her biri farklı düşünsel ve bilimsel yaklaşım, farklı teknolojilerin ve araçların kullanımı, yaygınlaştırma ve bilinçlendirme stratejileri gibi alt ögelerden oluşmakta. Söz konusu strateji ve eylem alanları; farkındalık oluşturmak ve dönüşümün mümkün olduğunu hatırlatmak amacı ile gelecek yazılarda ele alınacak. COVİD-19 ile mücadele sürecinde büyük değişimleri gerçekleştirebileceğimizi ve uyum kapasitemizin çok güçlü olduğunu tekrar hatırladık. Bu süreci sadece salgını yönetme süreci olarak görmemek; gezegenimizin kurtuluşu için yeşil dönüşümü başlatmaya yönelik bir hazırlık süreci olarak görmek gerekiyor. Toplumsal, ekonomik veya ekolojik rolü ne olursa olsun her bir birey, ekosistemin her bir üyesi bu dönüşümde çok önemli roller üstlenmeye hazırlanmalı. 

KAYNAKÇA:

Yorum Yaz